
Bursa'ya kar yağıdığı zaman ayrı bir güzel olur. Zaten "kağıt üzerinde" adı "Yeşil" Bursa'dır, üzerine "beyaz" gelir, güzel de olur. Yeşil - Beyaz ikilisini tabii olarak görmek güzel oluyor.
Aşağıdaki "Cep Holiganı" benim yeğenim Ata. Resimlerini görünce Bursa'yı özlediğimi fark ettim, ve bir süre daha gidemeyeceğimi hatırlayarak... Artı bizim Cep Holiganını da özlediğimi fark ettim. Kendisini Beşiktaş saflarından Bursaspor saflarına, özüne, biraz da zor ile nasıl da transfer ettiğim geldi aklıma. Telefonda "En büyük kim" dediğimde verdiği "Bursa" cevabı, Beşiktaş ile ilgili öğrettiğim birkaç komik cümleleri hatırladım.
Şöyle akşam evde olsam da anneciğim bana fırında patates ve köfte yapsa...

Ayrıca bir maça gitsem de küme düşmemeye oynayan güzel şehrimin salak takımını izlesem, biraz bağırıp çağırsam. Kahır içinde stadyumun karşısındaki Espri'ye gidip, benim gibi bu hastalıklı renklere gönül vermiş arkadaşlarımla iki Efes içsek.
Altıparmak'tan Setbaşı'na doğru sallana sallana "tırmansam" ve Ulucami'nin karşısındaki sanırım 6 m2 alanda yer alan Bursasporlu dönerci'den yarım ekmek döner alsam. Sadece turşu ve pul biberli. Oradan Nalbantoğlu'na geçsem Siesta'da "komik bir aksan ile Türkçe konuşan" tiplere bakarak gülsem ve birşeyler içsem.
Sonra az ilerisinde bulunan ve Berrin ile 11 senedir gittiğimiz Venezia'ya gidip dersane yıllarımızın salak anılarını gözden geçirsek...
Sonra Çam'a gitsem de bir bira, bir kaşar bir de dil söylesem. (Bu bağlamda Berrin'i satmış olacağım gibi ama sağlık olsun). Sonra bir de köfte. Ulan hep hatırladığım yemek içmek yalnız.
Of neyse, böyle şeyler.